Monday, November 13, 2006

i dont need nice..dont you know any other adjective..

nankör olmak istiyorum..kötü olmak..bir de nemrut..bencili unutmamam gerek.. düşüncesizsiz olmaz..kalp kırıcı..sonra sevmek de sevilmek de kıçımın kenarı olsun istiyorum.. nefret etmek istiyorum,doyasıya.. öldüresiye... öfkeme yenilmek istiyorum, adı üzerinde öfke,yener sanırsın ama yendirmiyorum ya işte..
neden ağlayamıyorum... neden..? güç!..hah evet..güçtennefretediyorum...! kontrolden de nefret ediyorum..güçlü olmak zorunda olmaktan daha çok.. dağlanmış hayatımla hissiyatsızmışgibiyaşayanlardan olmaktan nefret ediyorum..bunların hiçbirinin bilinçli olmayışıyla beraber bilinçsiz de olmamasından nefret ediyorum... sevimli görünmekten nefret ediyorum.. şirin kız olmaktan nefret ediyorum... kendimideğersizhissetmekten nefret ediyorum..bunu hissettirenlerden iki kat daha fazla nefret ediyorum... gözümü bantlayıp elimde hattori hanzo kılıcım önüme gelene savurmak istiyorum..sövmek istiyorum...kendimi sevmekten nefret ediyorum...yalan söylüyorum..yalan söylemekten nefret ediyorum..sıkılıyorum...

Saturday, November 11, 2006

olmalı mı olmamalı mı..

...
olmalı mı olmamalı mı,
yoksa hiç değişmemeli mi,
ama ben değişmezsem ben olamam ki,
görmeli mi görmemeli mi,
yoksa hiç bakınmamalı mı,
ama ben bakınmazsam hiç göremem ki,
sevmeli mi sevmemeli mi,
yoksa hiç beğenmemeli mi,
ama ben beğenmezsem hiç konuşmam ki,
bilmeli mi bilmemeli mi,
yoksa hiç öğrenmemeli mi,
ama ben öğrenmezsem hiç olamam ki.

bülent ortaçgil

Wednesday, November 08, 2006

onsekizekimikibindört

"ya içindesindir çemberin ya dışında yer alacaksın.."
bu sözleri dinlediğimde aklıma kümeler konusunda işlediğimiz venn şeması ve hayatım geliyor.. hayatımda iki küme var,A ve B.. bunların kesişimi derslerimizde gördüğümüz gibi oval değil ama, birbirlerine teğet geçiyorlar sadece..ve kesiştikleri o noktada ben de hayatımı sürdürmeye çalışıyorum..
bu iki küme bazen,bir saatin dişlileri gibi,birbiri etrafında dönüyor bir doğru boyunca ve ben yürüyorum.. gerçi matematiksel tanımı doğru ama,yaşamsal olarak eğribüğrüye daha uygun..
böyle yaşamak kolay birşey sanma ama.. zorluğunu anlatabilmek için bir başka örnek vereyim..hani genelde filmlerin zorlu sahnelerinde vardır,iki tarafı da uçurum olan ince bir toprak parçasından yürümeye çalışır insanlar.. tamtamına öyle işte, işin zorluğu..
ne kahveyim,ne süt.. sütlü kahveyim.. dur düzeltmem lazım,yanlış anlaşılma olmasın diye..birçok siyahım, birçok beyazım var..var da,ben gri de görünmüyorum...ne zor bir bilsen..
var olma çabasını daha da yokuşa süren birşey..o halde rol yapıyorsun diyeceksin,çevrendeki herkese..
o anlamda rol yapmıyorum ki,dedim ya hem buyum,hem de şu diye..araflıyım ben,dünyada bile..

yirmisekizhaziranikibindört

28062004
kendim yok olmuşum.. içimde başka biri var, kiracı gibi ama,benimsememiş yeni evi.. her an çıkıp gidecek gibi.. eğreti koymuş eşyaları, duvara çivi bile çakmamış sanki..ben nereye taşınmışım sahi, göçebe miyim yoksa, merdiven altıcılardan mı olmuşum..duygularımı hissedemez oldum, hissetmek istediklerimi yoklarmışcasına reddediyorum.. ben yok olmuşum demiş miydim.. neden herşey bu kadar zor olmalı.. neden hep doğru şıkkı işaretlediğim halde sınavlarım başarısız..ağlayıp rahatlamak istiyorum.. rahatlayacak mıyım ki.. yooo hem yüzüm de kurbağalaşacak..gereksiz birşey ağlamak yani.. öyle mi dersin.. tamam vazgeçtim, gereksiz değil..nerdeyim ben.. bir yerlerin ortasındayım sanki ama neresinin.. ya da dibindeyim belki.. hem de cehenemin.. cehennemde su yoktur dimi.. varsa da kaynar kaynardır, oluk oluktur hem de..hem de fokur fokur.. işime yaramaz yani..daha ne kadar kötü olabilir ki mi dedim.. dememem gerektiğini biliyordum oysa ki, dememişimdir.. biliyordum ya tabii, birçok şeyi biliyordum, hani nerede bildiklerim..madem biliyordum, bu uyguladıklarım ne.. yaşadıklarım.. hıı?nerdeyim ben demiş miydim..ya nereye gidiyorum..boğulmayacağımı umarak denizde açılmışım..ve fakat nefesim de gücüm de kalmamış.. yine de açılmaya devam ediyorum..koca bir dalga gelse ya içine katsa beni, ya kıyıya fırlatsa..ya da belki ayağım yere değecektir, bunca açılmış olmama rağmen sığlıktır belki daha..

beşmayısikibindört

bir boks maçındayım sanki.. hatta zaman zaman birçok maçtayım.. ringte rakiplerime en sert yumruklarımı atıyor, en hain bakışlarımı savuruyorum.. kimisinden de ben yıldırıcı vuruşlar yiyorum, ama acıyı çok fazla hissetmiyorum, maçta olduğumun onların rakiplerim olduğunun, bu işin içinde olduğumuzun farkındayım.. sonra maçlar bitiyor, ringten iniyorum, kimisi terimi, kanımı siliyor.. kimisi su uzatıyor..kimisi omzuma yaslanıp destek veriyor, çaktırmadan rakiplerime... ama bir anda birisi çenemin ortasına indiriyor bayıltıcı yumruğu.. kimin attığını görüyor, ama birşey yapamıyorum..az önce ringte yumruk savuran ben değilmişim gibi, tepkisizce yiyorum o yumruğu.. çünkü hiç beklemediğim birinden geliyor, belki havlu veren, belki omzunu yaslayan.. işte o anda canım acıyor.. çok fazla..hem de ağlatacak kadar çok..

dörtmayısikibindört

-bu başka birşey olmuş,hikayemsi-
aralık kalmış perdeden içeri vuruyordu güneş.. ter miydi, yağ mıydı ya da ikisi birden yüzüm ışıl ışıldı.. ışıldamak canlılık çağrıştırmasın ama, üzerime bir yorgunluk çöreklenmiş, yataktan bir türlü kalkamıyorum, işin tuhafı canım yatmak da istemiyor.. sıkılgan bir durum..
gerinip sağ yanıma dönüyorum.. uyuyor hala.. elimi yavaşça ona doğru uzatıyorum,ama dokunmadan geri çekiyorum hemen..
o anda yataktan kalkmaya karar veriyorum.. sessizce.. mutfağa gidip çay suyunu koyuyorum, sonra hemen duşa giriyorum.. serçelerin sesi geliyor balkondan.. kapıyı açıyorum, kaçışıyorlar...ne şirin şeyler şu serçeler.. ne telaşlılar hem de.. onların telaşı bana geçiyor... dolabı açıp kısa bir süre ne giysem diye düşünüyor, ince hesaplar yapıyorum saniyesinde.. bu arada dönüp yatağa bakıyorum, uyuyor hala.. gülümsüyorum..daha önce giydiğim ve birlikte uyumlu olduklarını düşündüğüm fix menü pantalon ve gömleğimi giyiyorum...aklıma çay suyu geliyor.. koşup altını kapatıyorum.. karar verildi, dışarıda yapılacak kahvaltı...
bu sırada telefon çalıyor, telaşla açıyorum, uyanacak diye tedirgin oluyorum... "efendim?" "..." "aloo?" "yanlış oldu galiba,pardon" "önemli değil" "biiiip".. hay aksi yanlışmış, pardonmuş, uyandıracaktın ama... bu arada odanın kapısından kontrol ediyorum uyuyor mu diye...
ama ama..yok..yok işte.. gitmiş... ne saati var komidinin üzerinde, ne çorapları yerde...yatağa yaklaşıyorum, kokusu bile silinmiş yastıktan.. dolabı açıyorum, onun tarafı bomboş... sersemce etrafa bakarken,balkondan bana gülümsüyor sanki,elinde minik bir serçe.. sevinçle kalkıyor,koşarak yanına gidiyorum, ama yanılsamaymış orada da yok...
yatağın kenarına oturuyor, kollarımı dizime yaslıyorum, başım ellerim arasında kalakalıyorum.. komidinin üzerindeki sararmış kağıdı görüyorum...
"..kendine iyi bak, seni hep seveceğim..sevgimle s" diye biten..
düğümleniyorum yine..

otuznisanikibindört

otobüs yanımdan hızla geçiyor..saçlarım yüzüme savruluyor.. bir anda zamanda yolculuk yapmış gibi hissediyorum, filmlerdeki efekt hep öyle olur ya.. sonra keşke diyorum, bir adım daha sağda olsaydım, otobüsün önüne yapışıp gitseydim.. ama otobüs çoktan gitti.. bunları düşünürken, bilinçsizce belki, yolun ortasına doğru geçmiş orada yürüyorum.. sarı dolmuşlardan birisi, neredeyse yüzüme teğet geçiyor,acı acı kornasıyla..yine olmadı diyorum, kaçırdım.. kaçırmadım aslında kaçırtıldım.. dolmuş beni hayatta tutmak için neden o kadar çaba harcadı ki..neden insanlar üzerlerine vazife olmayan işler yapar ki.. neden sever, neden ilgi gösterirler ki.. işkenceyle öldürmek dedikleri aslında bu belki..

altınisanikibindört

soğuktan için üşür,üzerindeki mont, palto, hırka az gelir dayanmaya rüzgara hani, sonra yeni park etmiş bir arabanın yanından geçerken hissettiğin ılıman sıcaklıkla bir anda ısındığını hisseder adımlarını yavaşlatırsın o sıra..
kuyruğunu yukarı dikerek mırıldayan kedileri hatırlarsın, hani kaputun üstüne otururlar bazen de...
yağmurdan sırılsıklam olmuşsundur, ensenden içeri de girer hatta sular.. her tarafın ıslanmış olsa da saçını düzeltir, bir saçak altı bulmaya çalışırsın.. boynunu omuzlarının arasına doğru çeker ısınır gibi yaparsın..
o sıra gözün karşı kaldırımdaki ıslak kediye takılır.. göz kapaklarınız ağır ağır kapanııır ve açılır karşılıklı.. kedice selamlaşırsınız..
kedileri çok sevmesen de birgün elin uzanır sevimli gördüğün birine, okşamak istersin,sarılmak.. patisiyle vurur eline,bir adım geri çekilirsin,korkarsın hatta, o da yerine pusar.. kızamazsın da, gülümsersin..
yine birgün biri sana doğru uzatır elini, daha elinin gelişinden hissedersin sıcaklığı, sevgiyi.. ama vurursun o ele..kedice korkundan..

üçnisanikibindört

bırakabilseydim..
omzumu aşağı basıp daha fazla uzayabilmemi engelleyenleri de, gitseydim..
görebilseydim..
düşerken kolumdan tutanlara güvenip, uçuruma meydan okumanın aptallığını da, öğrenseydim..
bilebilseydim..
yaşamı ciddiye alarak, herşeyin gerçek olmasını umut ettiğim halde mutlulukları sonsuz, çektiğim acılarıysa yanılsama olarak görme oyunuyla yaşamanın doğru olup olmadığını..
olabilseydim..
saf fakat akıllı, mülayim fakat asi, terbiyeli fakat ukala, prensipli fakat değişken..
sevebilseydim..
sevilirken..delicesine, teslimiyetle, hayatı; bir insanın sahip olduğu en değerli şeyi, zamanı paylaşırken beraber yaşlanmayı isteyerek..
barışabilseydim..
kendimle, hayatımla..
bir offf çekseydim..ardından gülümseyip yoluma devam ederken..
daha mı iyi olurdu..

yirmiikimartikibindört

anlaşılmamak için konuşmak gibi geliyor artık kurduğum her cümle... hiçbir cümlem ilk kurduğum anda anlatmak istediğim haliyle algılanamadığı için peşisıra kuruyorum, yani, aslında misal ile başlayan cümlelerimi... yanlış anlaşılmaktansa anlaşılmamayı yeğlesem de, anlaşılmak için çırpınıyorum çoktan kovaya atılmış dudağı yırtıklar gibi..bazen eski günlerimi özlüyorum.. az cümleler kurduğum, az söz söylediğim, anlaşılmadığımda 'yanlış anlaşılmak da vardı, bu iyidir' dediğim, dinlemeyi sevdiğim, dinleyebildiğim insanlarla beraber olabildiğim zamanlar.. boş bir çaba ne olursa olsun, anlaşıldım zannettiğimde karşımdakinin beni anlamamış olduğunu anlayamama çıkmazı olduğu sürece bu yolun sonu da yok...şimdi bile mesela mümkün olduğunca anlaşılır olabilme adına ayrıntılı ve "anlaşılır" kuruyorum cümleleri...hayatta insan kolay rastlamıyor ikincil cümleleri kurmadan anlaşabildiği, anlaşamasa da rahatsız olmadığı insan(lar)a... demek ki ben şanslıyım..

onaltımartikibindört

intihar etmek.. buz gibi bir etkisi vardı üzerimde.. üzerinde konuşmak istemediklerimdendi.. pozitif şeyler üretmeye çalışır, intiharın mantıksız, düşünülmemesi gereken, yanlış birşey olduğunu ispatlamaya çalışırdım..
çalışırdın.. hı hıı.. değişti mi düşüncen.. çok değil.. intihar hala olmaması gereken birşey bence.. ama arada bir en iyi yönteminin ne olabileceğini de düşünür, hatta arkadaşlarla espirili bir şekilde de konuşurum bu konuyu.. en iyi, en güzel, en acısız, en sağlam vs. yöntemleri bulmaya çalışırız..
geçen akşam, bunları konuşmanın tam anlamıyla geyik olduğunu farkettim.. insan intihar etmek istediği vakit, en iyi yöntem hangisidir onu yapayım diye planlayıp, akış diyagramı çizmiyor.. koşup mutfağa aldığı en keskin bıçakla boğazını, bileğini kesmeyi göze alıyor.. etraf kan olursa, senden sonra o evde yaşamını sürdürecek olanlar..yani nasıl..nasıl.. tamam işte bunları düşünmeye başladığın anda vazgeçiyorsun zati...
sana, bana dair bir çözümleme yapayım.. yap.. ölürken bile başkalarını düşünüyorsun.. bile niye diyorsun ki.. tüm yaşamımı bununla, bu incelik yüzünden ..neyse neyse.. neyse..neyse..ölümü, yani kendimi öldürmeyi düşünmeyecek kadar şeyim... hmmm.. deliyim...

onaltımartikibindört

ellerim yorulmadı ama göz pınarlarım kanayacak neredeyse oğuşturmaktan..
barajlar fazlaca yüklendi bentler tutamıyor.. sızıyor aralardan..
en baştan izin vermemeliydim sızıntıya ya da arada bir etrafta kimsecikler yokken rezevrleri azaltmalıydım..
şimdi hiç de olmaması gereken bir vakitte, sızacağım, akacağım diye uğraşıyor..
bütün kapakları sonuna kadar açıp, ak git hadi anasını satayım, demek geliyor içimden ama bu saniyesinde vazgeçip gözlerimi de sıkıca kapamama neden oluyor.. geçişe izin yok..atlattım şimdilik..
hep böyle işte..şimdilikler.. sabah ola hayrolalar.. boşverler.. takmalar.. ardından kandırık bir neşe, gülümseme.. hatta kahkahalar..
sahi en son ne zaman sadece o anın keyfini çıkararak, gözlere hüzün perdesi inmeden, kahkahalarla ya da geçtim kahkahayı rahatça gülebildim..
hayat oyunu..
yolunda olmayan hiçbir şey yokmuşçasına, delicesine mutluluk, eğlence, umut... delicesine.. akıllıymışcasına yaşamaya çalışmak deliliği.. aklın kabul edemediklerini görerek, kalbin reddettiklerini yaşayarak hayatı sürdürmeye çalışmak..

üçşubatikibindört

hep benim mi başıma geliyor, cümlesinin kurulmasına tepki gösterirdim ve tepki gösterdiğim ya da yok canım dediğim diğer olaylar gibi bununla da yüzleştim, arkadaş olmak zorunda kaldım hatta..
hep mi, benim mi başıma geliyor..ya da neden ben sürekli başımı oraya, oralara vurduruyorum.. sağlamlığını mı test ediyorum kafamın, aklımın, irademin, sabrımın..
haksızlık etme kendime.. etmiyorum merak etme, başkalarına haksızlık etmediğim kadar.. hangi başkası, senden başkası yoktu hani çevrende.. aaah haklısın canım benim, bir ben vardım değil mi?! yanılsamalar yaşıyorum ama zaman zaman, başkaları da var sanıyorum,sonra çok da uzun olmayan bir süre sonrasında sanki daha önce hiç böyle birşeyi yaşamamışcasına şaşırıp tosluyorum, düşüyorum, uçuyorum, boğuluyorum...neden biliyor musun? neden? bilmiyormuş gibi soruyorsun bir de, cesur değilsin hayatım.. nasıl ama? hatta korkaksın diyebiliriz sana,ben ve ben ağız birliği yaparak, kaybetme korkusundan ölebilirsin..ya ama.. off yaa canımı sıktın şimdi... doğrular can sıkıcıdır çoğu zaman ya ondandır..hadi ordan sen de.. kendime bile mi itiraf edemiyorsun, doğruları bildiğini ama uygulamadığını, yani uygulayamadığını... peki farkında mısın bu şekilde özgünlüğünü ve özgürlüğünü de yitirdiğinin? ama pardon sen bunları aslında bilinçli ve isteyerek yapıyordun değil mi? attığın her adım senin isteğine bağlıydı, ha? beni kandırma bari?saçmalıyorsun, köşeye sıkıştırma ve üzerime gelme pahasına gerçekleri satıyorsun?sen öyle diyorsan öyledir hayatım.. hayatım deme bana.. peki canım ne diyim? sevgi dolu ifadelerle hitap etme demek istedim..bak sen de bilerek yanlış anlıyorsun beni, sevgi ifadesi olsun diye demediğimi çok da iyi biliyorsun...ama beni gerçekten sıkıyorsun.. sen kendimizin en büyük düşmanı gibi davrandığın sürece ben de senin canını sıkmış olacağım hayatım!!

yirmibeşhaziranikibinüç

tedirginsin, sanıyorsun ki neşeli olmanın ertesi hüzündür.siliyorsun neşeli ifadeni, nasılsa gelecek olan hüzne hazırlıyorsun yüzünü..
gülümsüyorsun, gözlerin yoldan gelen birini bekler gibi dalarak, dudağında o ünlü tabloda olduğu söylenen tebessümle..
acı çekiyorsun, kendinden daha çok, derdini dinlediğin adam; çocuğunu kaybetmiş ağlayan kadın; aşkını yitirmişler, bitirmişler, yaşayamamışlar; "varlık" mücadelesi verenler için...için için...
için sevinçle doluyor, aynanın karşısında tokasını özenle takan ufaklığı; bilmem kaç kuruşluk ufacık birşeyi alırken sana kral gibi davranan satıcıyı gördüğünde..

merak ediyorsun, nasıl akıyor bu düzen, gökteki engin derinliğe bakıyor, dalıyorsun; açlıktan uyuyamayan çocuk, taze evlenmiş bir çift, yeni bir keşif yapmış bilim adamı, hastasını kaybetmiş doktor... kırıntı taşıyan karınca, geceyi kollayan baykuş, ava çıkmış vaşak, av olacak tavşan... nehir olup akarak denize ulaşan yağmur...ıslanıyorsun, yüzüne ardarda düşen damlalarla...

yirmihaziranikibinüç

hani böyle susuzluktan dilin ağzında dönmez de,yolları yıkayan arabanın suyunu bile içesin,çiçekleri sulayan fıskiyenin altına giresin gelir de,eve de az kaldı deyip büfeden su da almazsın,eve gittiğinde de kaç bardak içtiğini bile bilmeden,suları lakır lakır içersin,bir ferahlık, bir rahatlamışlık, bir mutluluk...hatta o su gibi lakırdamak istersin,kurumuş, suya hasret bir boğazda...

ondokuzhaziranikibinüç

düşüşümün durduğunu,artık yüzeye çıkabileceğimi sanmıştım. düştüğüm küçük bir kayalıkmış sadece, yetmedi beni yüzeye itmeye. ufak bir kıpırtıda yine başladım düşmeye. nefesim yetecek mi bilmiyorum, bir süre sonra kanımda da değişimler başlar. yine de umut ediyorum, çıkacağım biliyorum.
kendimi ölesiye yalnız hissediyorum. tuhaf bir duygu, halbuki yalnızlık kaçtığım ve sevmediğim birşey değildir. paylaşım içinde olabildiğim birkaç insan da var çevremde, ama elim telefona gitmiyor. numarayı çevirip, son anda vazgeçiyorum.
öyle tuhaf bir his ki; kendimi yalnız hissediyorum, dedirtmiyor. paylaşılmayan yalnızlık bu mu, paylaşılmak istenmeyen? yüksek bir onur ödülüymüş gibi mi algılıyorum bunu? halbuki sokulmak istiyorum birinin koluna, başımı okşamasa da öylece durmak istiyorum.
hatta ağlayabilirim bile, bunu öyle çok istiyorum ki aslında. ama yapamam bunu, yapamıyorum. zayıflığımı gösterdiğim zaman bana karşı kullanılmasından çekiniyorum. en basitinden bu üzerime asılacak bir etiket olacak, duygulu ve hassas insan olacağım, güçsüz olacağım, zorluklara karşı duramayan, kollanması gereken olacağım. olmamalıyım, çünkü öyle değilim ben.
üzerime büyük gelen elbiselerle dolaşamayacağım gibi bununla da dolaşamam. hem bir keresinde yaptım bunu, sokuldum bir kol altına, yağmurdan kaçarken sığınılan bir saçak gibi. tekrar gittiğimde bulamadım o saçağı, kayboldum.
ne kadar yaşadım bu yalnızlık hissini bilmiyorum, sanki yarım saat kadar sürdü sonra geçti gibi geliyorsa da biliyorum, aslında hep orada.
daha da tuhafı o durumdayken arayamadığım arkadaşıma anlattım daha sonra ölesiye hissettiğim yalnızlığı.
buraya ait değilim de dedim. hala değilim...

onyedihaziranikibinüç


ben yolgeçen hanıymışım, hayatımdakiler de yolgeçen.sıkmam canını fazla kalmayacağım deyip tüm yatakları işgal etmişler.şimdi kendime ne yatacak yer bulabiliyorum,ne de yiyecek yemek sanki.sanma ki yalan konusunda söylediklerinle kandırabildin beni, bilmiyor muyum söylediğin ismi ufak, niteliği pembe olan yalanlarını. tamam savunmaya geçme biliyorum senin söylediğin başka birşey. başkadır herkesin hikayesi, sözleri, bakışları, hayatı...

onüçhaziranikibinüç

diyolarmış ki bir yerden sonra daha fazla acımıyormuş!
yalan! acıyor her zaman, hatta bazen artıyor da acısı.
yalan söylemeye neden alıştı insanlar bu kadar. ben kimi zorladım yalan söylesin diye.
zorlamak da nedir, acımasız olma kendine, sen bütün kapıları açtın herzaman tam tersine, çok kötü birşey için bile olsa dışarı çıkmak istendiğinde yalan söylenmesin diye.
hata mıydı bu, neredeydi hata? başkaları yüzünden kapıldıkları alışkanlıkları benim için mi bozamadılar? çok mu anlayışsız göründüm, kırmak mı istemediler? bitiyorum bu, "seni üzmek istemediğim için" kılıfına, bu kadar kaypak bir kılıf daha yoktur, durmaz örttüğün hiçbir yerde. hele anlıyorsan çok basit bile olsa sana yalan söylendiğini, tenezzül etmiyorsun yalan söyleme demeye, anlamamış gibi yapıyorsun, inanmış gibi.
bir nevi sen de ortak oluyorsun onun yalanına. daha çok kızıyorsun bu kez, ama işte karşındaki eksiliyor zamanla, eriyor sanki.